Psikanalizin Kökeni
- Delfi Psikoloji
- 11 Şub
- 3 dakikada okunur

Freud’un Histeri Çalışmaları
Psikanaliz kuramının ortaya çıkışındaki ilk halka Freud’un histeri çalışmalarıdır. O zamanlar histeri, sebepleri ve tedavi yolları henüz keşfedilmemiş gizemli bir hastalık olarak görülüyordu. Ancak öncesinden farklı olarak, 19. yüzyılın sonlarında artık histerinin organik kökenli bir hastalık olmadığı görüşü de popülerleşmeye başlamıştı. Freud 1885 yılında doçent olmasının ardından psikoloji alanında çığır açan gelişmelere sahne olan Fransa’ya gitti. Bu dönem Fransa’da “yeni psikoloji (psychologie nouvelle)” adı verilen bir bakış açısı hakimdi. Bu yeni yaklaşım, psikoloji disiplinin de pozitivist kaidelere göre işletilmesini, metafizik ve dini unsurlardan temizlenerek doğa bilimlerine yaklaştırılmasını savunuyordu.
Freud Fransa’da dönemin önde gelen nörologlarından Jean-Martin Charcot’un yanında çalışma imkanı buldu. Charcot’un çalışmalarını histeri alanına yöneltmesi bu hastalığın gerçek ve çalışılmaya değer bir hastalık olarak tanınmasına büyük katkı sağlamıştı. Dinamik felçlerin (histerik, travmatik, veya hipnotik kökenli) sinir sistemindeki lezyonlardan kaynaklanan nörolojik felçten farklı niteliklere sahip olduğunu, histerinin etimolojik kökeninin işaret ettiğinden farklı olarak (hystera: rahim) erkeklerde de görülebileceğini savunuyordu. Ayrıca hipnotik telkinle histerik belirtilerin açığa çıkarılabildiğini ve ortadan kaldırılabildiğini göstermişti.
Charcot’un fikirlerinden oldukça etkilenen Freud Viyana’ya döner dönmez Charcot’un fikirlerini Almanca’ya çevirmeye ve hipnoz hakkında öğrendiklerini akademik çevrelerde tartışmaya başladı. Ancak bu girişim olumlu bir karşılık bulmadı. Bunda Charcot’un varsayımlarının bir kısmının çürütülmesi de rol oynuyordu. Görünüşe göre Charcot’un ortaya attığı hipnotik evreler gerçekle örtüşmüyordu, ayrıca yalnızca hipnozun yalnızca histeriklere uygulanabildiği de doğru değildi ve telkinin denklemdeki rolü azımsanmıştı. Ayrıca Charcot, histerinin tedavisiyle değil deskriptif tanısıyla ilgileniyordu.
Bu gelişmelerin ardından Charcot’un görüşlerinden uzaklaşan Freud odağını Bernheim’ın hipnozdaki telkin mekanizmaları ve ruhsal dönüşüm hakkındaki fikirlerine kaydırdı. 1889’da Bernheim’ın yanında çalışarak sözlü hipnotik telkinin histeri tedavisi için kullanışlı bir yöntem olabileceğine kanaat etti.
Psikanaliz’in Temelleri
1886 yılında Freud kendi muayenehanesini açmış ve nörolojik süreçlere yönelik ilgisi yerini ruhsal işleyiş mekanizmalarını klinik ortamda gözleme çabasına bırakmıştı. Ancak muayenelerinde uyguladığı hipnoz yöntemi pratik ve entelektüel açıdan çoğunlukla istenen sonucu vermiyordu.
Freud alternatif bir yöntem olarak Breuer’in Anna O. vakasında işlediği “konuşarak iyileşme” konsepti üzerine yoğunlaştı. Vaka formülasyonunda görüldüğü üzere hastanın kaygıları ve sanrıları üzerine konuşması kendi başına histeri semptomları üzerinde iyileştirici etki gösterebiliyordu. Daha sonra ünlü bir kadın hakları savunucusu olacak olan Bertha Pappenheim yani psikanalizin kurucu vakası Anna O., bu yöntemi “baca temizleme” metaforuyla açıklıyordu. Daha sonra baca temizliği serbest çağrışıma dönecekti.
Freud Charcot’tan öğrendikleri ve Anna O. vakası hakkındaki izlenimlerinden yola çıkarak histerinin biyolojik temelleri henüz anlaşılamamış olsa da, hastanın histerik semptomları üzerine düşünerek ruhsal kaynaklarını anlamaya çalışmasının ve bu süreçlerle eşlenen duygu durumlarının hatırlanarak yeniden yaşanmasının histeri tedavisi için yeterli olabileceğini öne sürdü. Hatırlama ve duygulanımların eşleştirilmesi yoluyla tedavi edilmesine “katartik yöntem” adını verdi.
Anna O. vakasında da görülen histerik semptomların cinsel doğası, Freud’a hastalığın etiyolojisinde cinsel belirleyicilerin olabileceğini düşündürdü. Analiz ettiği vakalarda da çağrıştırılan hatıraların cinsel nitelik taşıdığını fark etti. Bunun üzerine, o zamana kadar hakim olan kanının aksine histerinin kökeninde kalıtsal yatkınlıkların değil genellikle bir cinsel istismar öyküsünün sebep olduğu cinsel rahatsızlıkların yattığını öne sürdü.
Bu bulgulardan hareketle, eylem ve düşüncelerin belirleyicisi olan ruhsal yaşamın geçmiş deneyimlerin etkisiyle şekillendiği yargısına vardı. Bu olguya “ruhsal belirlenimcilik (psychic determinism)” adını verdi.
Freud’un 1892-1895 arasında yürüttüğü Elisabeth von R. vakası yeni fikirlerini uzun vadeli bir terapide denemesine fırsat tanıdı. Tedavi sürecinde hipnozdan verim alamayınca bu yöntemden bütünüyle vazgeçti. Bunun ardından Bernheim’ın, terapistin eliyle hastanın alnına bastırarak aklına gelenleri söylemesini salık verdiği “basınç tekniği” yöntemine başvurdu. Ancak bu yöntemle de süreklilik sağlanamadığını gördü. Basınç tekniğinden vazgeçse de yöntemle amaçlanan “zihinden geçenlerin dolaysız ve olduğu haliyle dile getirilmesi” hedefinin katartik deneyimin anahtarı olduğuna ikna oldu.
Histerinin kaynağındaki hatıra hastanın zihninde bir yerlerdeydi, mesela yalnızca bu hatıranın gömülü olduğu yerden çıkarılması ve erişilebilir kılınmasıydı. Freud tedavi sırasında hastalarının histeri kaynağı hatıralara erişmesini engelleyen kimi ruhsal mekanizmalara başvurduklarını öne sürdü. Bu ketleyici mekanizmaya “direnç” adını verdi.
Freud’un birlikte çalışma imkanı bulduğu Charcot, Bernheim ve Breuer gibi isimlerin görüşlerinden belli ölçülerde ayrışarak, kendi incelediği vakalardaki bulguların da ışığında şekillendirdiği psikanaliz tedavisi böylece somut bir çerçeveye bürünmüş oldu. Psikanaliz yöntemi hastanın semptomlarının kökeninde yatan deneyimlerin olabildiğinde sansürsüz ve müdahale edilmeden dile getirilmesini esas alan serbest çağrışımı, ve dile getirilen bu deneyimlerin terapist tarafından telkine başvurmadan çözümlenmesini kapsıyordu.
Comments